17 Aralık 2013 Salı

Tanrı

Tanrı yaratıcı bir çocukmuş. Zekiymiş de. Ancak zekiliğin ve çocukluğun verdiği saflık ve kibirlilik duygusuyla aklına gelen her şeyi yaparmış. Her şeye kadir olduğunu düşünürmüş.
Bir gün laboratuvarında şaheserini yapmak için bir sürü deney gerçekleştirmiş. Birbirinden farklı bu deneylerin hepsi birbiriyle alakalıymış. Ancak kibirli çocuk yorgun düşmüş ve bir başka icadı olan şekerleme konağına geçip biraz kestirmiş. Bu sırada laboratuvardaki karışımlardan biri fazla fokurmuş ve tüm malzemeler orantısız bir şekilde birbiriyle karışmış. Büyük bir patlama meydana gelmiş ve bu patlama Tanrıyı uyandırmış. Tanrı öfkelenmiş. Kendi hatasını başkalarına atmak niyetindeymiş. Laboratuvara gidip baktığında çok şaşırmış. Düşündüğünden bile öte bir şey meydana gelmiş. Ancak laboratuvar fena haldeymiş. Bir daha kullanılamaz hale gelmiş. Bu işe daha da öfkelenen Tanrı insana bir oyun oynamış ve şeytanın işi olduğunu söylemiş. İnsanı cezalandırıp, kendi oyun bahçesinin bir noktasına göndermiş. Ve yıllar, asırlar, milenyumlar boyu onu izlemiş. İnsandan başka bir sürü canlı varmış. Ancak yıllar geçse de insanlar kendisinden başka hiçbir şeye saygı göstermemiş. İnsanı çok iyi gözlemleyen Tanrı onlara hükmetmek için dinler göndermiş. Lider olmak istemiş. Yönetmek! Ona tapsınlar istemiş. Ancak insanlar her zaman kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiş. Onların gerçek isteğinin Tanrı değil rahatlık sürebilecekleri Cennet olduğun anlamış. Cehennemden ve kendisinden korkan insanlar Tanrı’yı seviyor gibi yapmışlar. İnsanın bencilliğini ve çıkarcılığında kendini görmüş. Kendine kızmış. Ancak elinden hiçbir şey gelemezmiş. Laboratuvarı olmayan bir bilim adamının yapabileceği tek şey gözlemmiş. Bu gözlemler onu yıpratmış, bitirmiş. Ne istediği bir şeyi yapabilmiş, ne de istemeden yaptığı şeye hakim olabilmiş. Evreni bir köşe de öylece bırakmış ve sonsuz uykuya yatmak üzere Şekerleme Konağı’na çekilmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder