4 Temmuz 2014 Cuma

Arayış

Uzun zamandır ailemin gerçek çocuğu olmadığımı düşünüyordum. Elbette onlar benim annem ve babamlardı ancak biyolojik açıdan işler daha farklı olabilirdi. Bunun en belirgin ispatı da üç yaşımdan önce çekilen hiçbir fotoğrafımın bulunmamasıydı. Bir diğer kanıt ise ailemdeki hiç kimseye benzemiyor oluşumdu. Bu fikirler aklımı kurcalarken bu olayı araştırmaya karar verdim. Aileme haber vermek istemedim çünkü onlar bana durumu anlatmak isteselerdi bunu vakti geldiğinde anlatırlardı diye düşündüm. Ben üzülmeyeyim diye bana gerçeği söylememiş olabilirlerdi ve bende onları üzmemek için tahmin ettiğim gerçeğe dair bir şey söylemedim ve işe koyuldum. Bundan onsekiz yıl önce bir şeyler olmuş olmalıydı. Yoktan var olacak değildim.

Günümüz teknolojisiyle bir şeyleri bulmak çok kolaydı. Gene de pek de yakın olmayan bir geçmiş için ve bilinmeyen bir arayış bu işi zora sokmuştu. Ancak böyle şeylerde fena sayılmazdım ve aradığım şeyi bulmuştum. Bulmuştum bulmasına ama karşılaştığım gerçek beni derinden sarsmıştı. Haberde yazana göre on sekiz sene önce annemle beraber araba kazası geçirmişim ve annem o gün ölmüş. Bize çarpıp kaçan kişi ise asla bulunamamış.

Çocukluğumdan beri bir kabus görürüm. Her seni aynı gün gördüğüm bu rüyada daha önce hiç görmediğim bir kişi vardır. Ancak bilinen bir gerçeğe göre daha önce görmediğimiz kişileri rüyamızda göremeyiz. Öyleyse ben bu adamı bir yerde görmüş olmalıydım. Aklımda olan şey sadece adam da değildi. Kırmızı renkli bir kamyon ve bu kamyonun plakası da aklımdaydı. Seneler boyu tekrar tekrar gördüğüm şeyin ne olduğunu sonunda anlamıştım. Bugüne kadar önemsiz bir şey olduğunu düşünmüştüm ancak bugün gördüğüm şeyin ne olduğunu anlamıştım. Derhal o plakanın kime ait olduğunu öğrendim ve bir müddet ne yapacağımı düşündüm. Aklıma bir plan geldiğinde ise bunu hızlı bir şekilde uygulamaya koydum.

Aradan o kadar çok zaman geçmişti ki ve ben bu olay yaşandığında o kadar küçüktüm ki anneme karşı herhangi bir şey hissetmiyordum. Ancak benden annemi alan bu adama karşı duyduğum hisler beni bile korkutmuştu. İşte bu yüzden ona bir ders vermeliydim.

Annemin o gün giydiği kıyafetlere benzer şeyler yaptırdım ve annemin saç renginde ve şeklinde bir peruk aldım. Bu adamın işini öğrendim ve takip ettim. Her gün belirli yollardan geçiyordu ve bu onu korkutmak için bana harika bir şans veriyordu. Tamamiyle anneme benzemek üzere kendimi bir kaıdna benzetecek her şeyi yapmıştım ve bir kaç ay boyunca belirli aralıklarla adamın rotasında bir kaldırım kenarında öylece durdum. Ancak bunun pek de bir işe yaramadığını anladığım zaman planımı bir adım ileriye taşımaya karar verdim. Adresini aldığım bu adamın evine gidip kapısın çaldım. Kapıyı açtığında yüzü bembeyaz olmuştu ve bir süre boyunca kendine gelemedi. Bir kaç dakika bakıştıktan sonra kendine gelen adam bana güler yüzle bir şeyler söylerken bir yandan bacağını titreyen eliyle sıkıyordu. Bir süre daha adama bakıp orayı terk ettim.

Daha fazla bir şey yapmama gerek olmadığını o an anlamıştım. Ve bir sonraki günün gazetesi düşüncemi doğrulamıştı.

Adam teslim olmuştu.

Teslim

Kamyonumu ikinci şoföre teslim ettikten sonra evimin yoluna koyuldum. Yolun yarısını geçmiştim. O düşünceler sarmıştı tekrar aklımın dört bir yanını. Aklımda hep o vardı. O olaydan sonra yüzünü asla unutamamıştım. Yaptığım şey affedilemezdi ve hayatımın sonuna kadar bunun acısını çekecek, yükünü taşıyacaktım.

Eve geldiğimde güzel bir uyku çekmek istedim ve kendimi direk koltuğa attım. Beni evde bekleyen kimse yoktu ve bu bir yandan kötü, bir yandansa iyi bir şeydi. Yalnız yaşamayı sevdiğim için benim için daha iyiydi.

Her zamanki gibi kamyonumla beraber teslimat yapıyordum. Ancak fazla yorgun olduğum için gözlerim uzun bir süre kapalı kaldı. Gözlerimi açtığımda önümde bir araba vardı ve görünüşe göre kırmızı ışıkta geçmiştim. Arabanın içinde görebildiğim bir kadın ve korku dolu yüz ifadesiydi. Çarpışma yaşanacakken terler içinde çalan kapı sayesinde uyandım. Kapıyı açtığımda karşımdaki kişiye gördüğüme hiçbir hücrem inanamamıştı. İşte biraz önce kabusuma konuk olan, yıllardır içimi kemiren insan karşımdaydı. Bir süre boyunca ne konuşabildim ne de hareket edebildim. Hatta ve hatta gözlerim dahi kararmıştı. Kendime geldiğimde o hâlâ karşımdaydı ve onu tanımıyormuş gibi yapmaya karar verdim. Güleryüzle karşıladıktan sonra ne istediğini kibar bir şekilde sordum. Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakıyordu. Yine gördüğüm o hayallerden biri olduğuna kanaat getirdim. Kazadan sonra her gün bir köşede onu görür olmuştum. Ancak bugüne kadar hiç bu kadar net bir şekilde görmemiştim. Artık düşünemiyordum. Kapıyı kapattıktan sonra bir kaç adım attım ve bilincimi kaybettim.

Kendime geldiğimde evin içi kapkaranlıktı. Ayaklanıp dışarı çıktım ve gazete bayiilerinden birine gittim. O günden bir sonraki günün gazetesini arıyordum. Bulmak epey zor olmuştu ama bulmuştum. Aradığım haber de işte oradaydı. Onun fotoğrafı sayesinde bunu anlamıştım. Başlık şöyleydi; "Talihsiz bebek yetim kaldı."

Kalbim deli gibi atıyordu ve bedenim eriyen bir buz gibiydi. Onca sene bunun farkına bile varmamıştım. Çarptığım arabanın içinde biri daha vardı! Hem de masum bir çocuk! Tanrım! Ben yapmıştım! Çoktandır yapmam gereken şeyi yapmaya karar vermiştim.

Teslim oldum.

1 Temmuz 2014 Salı

Na-fâni Dünya

İntihar eyleminden ve bu eylemi gerçekleştirmekten korktuğum için kendi çizdiğim yolda kendime işkence ettiğim bir başka gündü. Pişman olduğum yüzlerce karar, değiştirmek istediğim binlerce an vardı. Ama geçmişe bakarak yaşamak günümü bozguna uğrattığı gibi geleceğime de köstek oluyordu. Kendim içim çizdiğim yol başkalarının düşüncesiyle şekillenmemiş olsaydı, hayatımdan bu kadar pişman olmazdım. Başkalarını tatmin etmeye çalıştıkça kendi hayallerimi körelttim ve onları çoktandır unuttum bile. Yaşamayı unuttum. Kendime cesaret verip ölmeliydim. Ancak bunu yapamayacak kadar korkak biri haline gelmiştim. Bana deli cesaretini verebilmesi için ilaç ve içkiye başvurdum. Romantik bir ölüm peşinde değildim ve beni anında öldürecek bir şeyler arıyordum. Bunun için şehrin en yüksek binasına çıktım ve ardımda büyük bir leke bırakacak şekilde ölmeye karar verdim. Beni yanlış yönde şekillendiren her insan için ayrı bir damla kanımla beraber asfalta resmimi yapıştıracaktım.

Asansörle çıkılabilecek katları katettikten sonra bir kaç katı da merdivenle çıkmıştım. Hiçbir şekilde ritmimi değiştirmeden yürüdüm ve kendimi boşluğa bıraktım. Rüzgar nefes almamı zorlaştıracak derece de büyük bir basınçla beni ezerken ben taklalar atarak yere yuvarlanıyordum. Nefes almaya çalışsaydım bu benim için işkenceden farkısz olurdu ve ben sadece ölmek istiyordum. Düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve onlarla beraber yere yapıştım.

.
.
.

Ancak bir şey oldu ve ölmemiştim. Üzerimde kanlar vardı, kıyafetlerim yırtılmıştı, vücudumda ağrı hissediyordum. Ama ölmemiştim. Bu nasıl olabilirdi ki? Etrafıma toplananlarda aynı tarz soruları kuru bir gürültüyle etrafa saçıyorlardı. Kalabalığı gören duruyor, kimi arabasından iniyor, kimi pencereden bakıyordu.

Herkesin şaşkınlığına elini yüzünü silkip kendine getiren bir olay gerçekleşti. Konuşulanlardan ve bağıran bir adamdan anladığım kadarıyla, birinin arabası çalınmıştı. Çok hızlı bir şekilde caddeye fırlayan arabaya hatrı sayılır bir hızla gelen bir kamyon çarptı ve büyük bir gürültü meydana geldi. Etrafımdaki kişiler olay çevresine ilerlerken kimse beni kaldırmak için yeltenmemişti bile. Kendi çabamla yerimden kalkıp olay yerine ilerleyince kamyon sürücüsünü de hırsızı da kanlar içinde arabalarından fırlamış bir şekilde etrafa savrulmuş bir halde gördüğümde beni şaşırtan şeyin ikisininde hiçbir şey olmamış gibi hareket edebiliyor olmalarıydı.

Günler ve aylar geçtikten sonra bu ve bunun gibi olaylar sıkça duyuldu ve artık heyecan verici bir haber olmaktan çıkmştı. Hiçkimse ölemiyordu ve herkes bunun tadını çıkartıyordu. İşi gücü bırakan insanlar sadece keyiflerine göre takılıyorlardı. Ancak aradan kısa bir müddet geçtikten sonra sadece tüketici haline geçmiş olan bu insanlar bir şeylerin farkına yavaş yavaş da olsa farkına varmaya başladılar. Ancak bu farkındalık haddinden fazla geç ortaya çıkmıştı. Yaşamayı beceremeyen insanlar ölemediklerinin farkına vardıktan sonra  yaşamamayı becermeye yaşadıklarını zannettikleri bir illüzyon içerisinde başladılar. Ve bu insanlığın sonunu hızlı bir şekilde getirdi. Kimin umrundaydı ki? Zaten kimse ölmüyordu! Ama olay şuydu ki; Kimse yaşayamıyordu da.

Yüzyıllar boyu ölümsüzlüğü arayan insanlar nasıl olduğunu belki de asla anlayamayacakları bir sebepten dolayı ölümsüzlüğe kavuştuklarından kısa bir süre sonra ölmenin yollarını arar olmuşlardı ve bu kim ne derse desin acınası derecede komik bir hadiseydi. Bu arayışın sonuç vermeyeceğine inananlar ortaya çıkmıştı ve bu insanlar ölmek için değil yaşamak için bir yol aramaya koyuldular ve bu arayış insanların pişmanlıklarını ve bir zamanlar yaşayamadıkları hayatları yaşamaları için kullanabilecekleri fırsat haline geldi. Bu insanlardan biri de bendim ve ölmek için değil yeniden doğmak için yaşamaya koyuldum.

İşte gidiyorum!

19 Nisan 2014 Cumartesi

İnsan Bahçesi

Tüm hayatımı çalışmakla harcadım. Sürekli para kazanmanın peşinde koştum. Bundan daha önemli bir şey olduğunu düşünmedim. Bunun için elimden geleni ardıma koymadım ve bu yolda başarı için hiçbir şeyi esirgemedim. Ama gün geldi. Emekli oldum. Elimde bu paralarla kalakaldım. Yapacak satın alacak hiçbir şeyim yoktu. Dünyalar benim olmuştu. Uzaya gitmeyi düşündüm ama bunun için çok yaşlıydım. Bu yüzden kendimi kitaplara verdim. Okudum, okudum, okudum. Günler, haftalar geçti ve ben sadece okudum. Bazen yemek yemeyi bile unutuyordum. Uyumaya ayırdığım vakit azalmıştı. Bu gibi şeyler beni okumaktan alıkoymaya yetmezdi. Yetmeyecekti. Böylece bilgi havuzunda kendimi boğmaya devam ettim.

Temel ihtiyaçlarımdan yoksun yaşarken emekli olmadan önce ki yaşamımda yaptığım açgözlülüğü gördüm. Bu aç gözlülüğün sadece bende olmadığını da gördüm. İnsanlar olarak yaptığımız hiçbir şeyin sağlam temellere dayanmadığını ve umarsızca etrafa saldırdığımızı gördüm. Neyi niye yaptığımızı düşünmeden sadece etrafa zarar verip kendimizi yüceltmeye çalışıyorduk. İşte o zaman bir şey yapmaya karar verdim. Bunu yapacak paraya, bilgiye ve tüm dünyaya sahiptim. Hızlı bir şekilde işe koyuldum.

Tüm dünyayı bir hat üzerinde çevreleyecek büyük bir kolon şeklinde bina yapacaktım. Dünyayı duvardan bir iple saracaktım. Milyonlarca işçi bu yapıya aynı anda başladılar. Kimi zaman suyun altından kimi zaman dağların içinden geçti bu yapı. Hiçbir şekilde yıkılmayacak türden bir yapıydı. Dünya üzerindeki en sağlam şey burasıydı. Ve bu yeri insanları kandırmak için kullandım.
"TÜM İHTİYAÇLARINIZI GİDEREBİLECEĞİNİZ ÜTOPYANIZ"
Onlara her şeyi sundum. İstedikleri şeyleri yiyip içebilecek, istedikleri lüksün içinde yatabileceklerdi. Bunun için bu devasa yapının altına da demir yolu yaptırdım. Her şey hazırdı. Her türlü ihtiyaç herkes için vardı. Hiç kimseden para istemedim. Hiç kimseden hiçbir şey istemedim. Milyarlarca kişinin ilgisini çekti burası. Çoğu kişi açgözlülükle saldırdı. Nankörce davrandı. Buna rağmen minnettarlıklarını dile getiren mektuplar da alıyordum. Zaman zaman çıkmak isteyenler oldu ama buranın ilk kuralı buradan çıkışın olmamasıydı. Gözleri zevklerle dolan insanlar bu kuralı okumamışlardı bile. Her şeye sahip olduklarını düşündüler.

İlk zamanlar özgürlerdi. Yazı, kışı, baharları onlara yaşattım. Ama günler geçti ve onların elinden her şeyi bir bir aldım. Onlara insanlığın yaptığı tüm kötülükleri birer birer her günün sonunda gösterdim. Bir yandan da ihtiyaçlarını gidermelerinin her türlü yolunu engelledim. Bir süre sonra sefil bir şekilde kalmışlardı. Sürekli kavga ediyorlardı. Aylar sonra yoruldular ve herkes kendi köşesine çekildi. Öylece yatıyorlardı. Kimsenin ölmesine izin vermedim. Herkese sağlam bir ders verecektim ve kimsenin ölmesine izin veremezdim. Dersin sonuna geliyorduk.

Onlara diğer canlıları gösterdim. Onlara insansız bir dünyayı gösterdim. İnsansız bir doğanın güzelliklerini tek tek gösterdim. Kendilerine ve dünyaya verdikleri zararları birer birer akıllarına soktum. Gösterebilecek hiçbir şey kalmayınca ise onları kendi hallerine bıraktım. Basit ihtiyaçlarını gidermelerine izin vermekten başka hiçbir şey yapmadım. Düşünmelerine yetecek kadar günler geçtikten sonra ise onları özgür kıldım. Ama kimse dışarı çıkmak istemedi. Doğayı tekrar bozmak istemediler. Kimse yerinden kıpırdamıyordu. Ağlayanlar, çığıranlar çoktu.

Kapıları açıp, özgürlüklerini verdikten sonra, onlara son sözlerimi bıraktım ve intihar ettim.

"Dünyaya iyi bakın."

8 Mart 2014 Cumartesi

Bilgilendirme

Tanrı - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2013/12/tanr.html hikayesinden sonra
Uyanış - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/02/uyans.html adlı hikaye okunmalıdır.


Dilenci - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/02/dilenci.html hikayesinden sonra
Yardım - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/02/yardm.html hikayesi okunmalıdır.

Misafir - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/03/misafir.html hikayesinden sonra
O Adam - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/03/o-adam.html adlı hikaye okunmalıdır.

Teslim - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/07/teslim.html
Arayış - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2014/07/arays.html

Bu hikayeler birbirleriyle bağlantılıdırlar.

6 Mart 2014 Perşembe

O Adam

Tek başıma ev sahipliği yaptığım kasabamdan ayrılıp şehre çalışmaya gidiyordum. Bunu her gün yapmasaydım delirirdim biliyorum. Şehirdekilerden duyduğuma göre buraya "Hayalet Kasaba" diyorlarmış. Nedenini çok iyi biliyorum. Çünkü o çığı atlatan ve kasaba halkından geriye kalan tek kişi benim. Ve bu karların altında yatan ve buranın gerçek sahiplerinin mezarını elleriyle kazan kişi de benim. Çok iyi hatırlıyorum. Bir günde on kat yaşlanmıştım. Birden yetişkin olan bir çocuktum ben. Her şey o felaketle başladı. Onlar için yapabileceğim tek şey vardı ve ben bunu elimden geldiğince iyi bir şekilde yapacaktım. Bunu onlara borçluydum.

Kendimi ne zaman düşünceler içinde boğuluyormuş gibi hissetsem kendimi karların içine attım. Soğuk bir tokat beni kendime getirecek güçteydi. Bir kaç gün boyunca tüm tanıdıklarımı kendi ellerimle taşıyıp toprağın altına gömdüm. Bunu nasıl yaptığımı şu an bile bilmiyorum. O an elimde yapabilecek bir şeyler olmasa ve kendimi bir şeylerle meşgul etmeseydim, bu günlere gelemeyeceğimi de çok iyi biliyorum. Dediğim gibi bir günde yaşlandım. Bilge bir çocuktum. Olmak zorundaydım.

Bu görevi bitirdikten sonra kendime yeni bir meşgale bulmalıydım. Düşünmemek için elimden geleni yapmalıydım ve kendimi şehre giderken buldum. Herhangi bir uğraş beni rahatlatacaktı. İlk gördüğüm yere daldım ve orada o adamla tanıştım. Bana ışığı tanıtan adamdı o adam. Bende bir gün o adam olmak istiyordum. Bu isteğim yıllar boyu süren çıraklığım boyunca gitgide artmıştı. Yaşadıklarımı da öğrenen ustam bana aileymişiz gibi davranarak bana kucak açmıştı. O olmasaydı gerçekten ne yapardım bilmiyorum. Hayatta her zaman şanslı olamıyorduk ama zaman zaman da olsa şans benim bile yüzüme gülüyordu. Sıcak bir tebessümle başlayan harika bir kahkaha.

Her gün çalışıyordum ve her gün kasabaya geri dönüyordum. Bir daha asla orada uyuyabileceğimi düşünmüyordum ama o kasabayı orada görmek istiyordum. Oraya gözüm gibi bakmalıydım. Geriye kalan tek hatıram oydu ve ona çok iyi bakmalıydım. Ama yıllar sonra bir gün bir şey oldu. Kasaba yolunda bir hareketlilik gördüm ve bu hareket cümbüşünü sessizce takip ettim. Anlaşılan buraya birileri göç ediyordu. Günler boyu onları izledim. Çığın zarar verdiği her yeri tamir edip kasabada kalmaya başlayan bir grup insanın ihtiyacı olan tek şey yapay bir güneşti. Onlara birileri ışık götürmeliydi. Bir gece karanlığın kasabayı hapsetmesini bekledim ve elimde fenerimle çıktım yola. Kasabanın doğusundan köye yaklaşmaya başladım. Kasabanın yeni sakinleri beni sıcak dolu bir şekilde karşıladılar ve her gün onlardan birinin evinde kalmaya başladım. Her gittiğim evi ışıklandırmayı da ihmal etmiyordum. Onlar sayesinde yıllardır gelmediğim kasabama gelmiş aynı anda hep eski hemde yeni tanıdıklarımla beraber kalabiliyordum. Her ziyaretim eski bir dostla görüşmek gibiydi. Tüm ziyaretlerim sırasında fark ettiğim en önemli şey onların da bu yere yabancı hissetmeleriydi. Onlar da buranın misafirleriydi.

Onlar da gözlemlediğim bir diğer şey ise hangi eve gidersem gideyim gördüğüm bir şeydi. Minnettarlık duygusu. Oysa hikâyemi bilmiyorlardı ve beni bu topraklara geri getirdikleri için asıl minnettar olan bendim. Ama onlara trajedimi anlatamazdım. Onlar için bir şey yapmak istedim. Onlar için ve geçmişte kaybettiğim kasabam için.

Bu sıralarda ustamı kaybettim. İşimi de kaybettim. Ama üzülecek zaman hâla gelmemişti.

Kasabaya yeni ev sahiplerini getirmiştim. Bunu herkesin hareketlerinden anlıyordum. Artık daha rahattılar bu topraklarda. Artık sahiplenmişlerdi kasabayı ve bu sayede burası artık hayalet bir kasaba değildi. Aksine yıldız gibi parlıyordu gecenin zifiri karanlığına inat. Sanıyorum ki onlar için harika bir misafir olabilmiştim. Görevimi tamamladığımı düşündüğüm zaman kendimin farkına vardım. Vücudumun ve ruhumun. Artık bitap bir haldeydim ve kasaba halkından rica da bulundum. Bir kaç gün istirahat etmek üzere bana verdikleri bir eve çekildim. Günlerce ağladım. Günlerce yakardım. İçim dışına çıkana kadar ağladım. Acı dinsin istedim ama günler boyu bitmedi o acı. Ve bir gün zamanımın geldiğini anladım. Ağlamam durdu. Ben durdum. Bir daha hareket etmemek üzere durdum. Gözlerim kapandı ve gözümden düşen son bir damla mutluluk yaşıyla beraber kasabama veda ettim.

5 Mart 2014 Çarşamba

Misafir

Elinden tuttuğu babasıyla gündüzün nadir uğradığı anlardan birinde kasabayı çevreleyen dağların doğu yamacında resmedilmiş bir yüz gören küçük kız merakına yenik düşüp ona o kişiyi sormuş. Babası da kızına şöyle bir bakıp daha sonra da dağda ki yüze dönmüş ve anlatmaya başlamış.

"Sana da daha önce söylediğim gibi bu kasabaya biz göç ederek geldik. Bu evleri de biz yapmadık. Göçümüz esnasında bu yeri bulduk ve buraya yerleştik. O adam gelene kadar burası hayalet kasaba olarak anıldı. Güneş buraya pek uğramaz sen de bunu çok iyi biliyorsun. Biz buraya geldiğimizde bu gördüğün evler kırık dökük bir haldeydi. Kiminin çatısı kiminin bacası eksikti. Oturduk hep beraber çalıştık ve kasabaya biraz olsun çeki düzen verdik. Uzun bir yolculuktan geliyorduk ve başka bir yere gidecek gücümüz de yoktu. Yıllar boyunca kendimizi burada misafir gibi gördük ve bir türlü kendimizi evimizde hissedemedik. Şu an bu hissi hissetmiyorsun çünkü o hissi bu adam elimizden aldı ve yerine aitlik hissini koydu.

O adamın geldiği günü dün gibi hatırlıyorum. Oysa o zamanlar daha senden birkaç yaş büyüktüm. Karanlık bir günün karanlık bir vaktinde uzaklardan bir ışık hüzmesi belirdi. Zifiri karanlıkta bu ışık o tarafa bakan herkesin dikkatini çekmişti. Işık gitgide yaklaşıyordu ve hepimiz heyecana kapılmıştık. Çünkü gündüz vaktinden çıkalı daha bir kaç saat olmuştu ve karanlık kasabayı etkisi altına daha yeni yeni almaya başlamıştı. Tekrar gün yüzü görmemize daha çok vardı. Hepimiz nefeslerimizi tuttuk ve ışığın bize yaklaşmasını bekledik. Ve o an geldiğinde hepimiz o adamı gördük. Bu adam hepimizin şaşkınlığını gördü ve gülümeyerek bize baktı. Bu sıcak karşılamayı biz yapmalıydık çünkü ilk defa ev sahibi gibi hissetmiştik ve ilk misafirimizi sıcak bir gülümsemeyle karşılaması gereken kişiler de biz olmalıydık. Bu düşüncenin farkına herkes hemen hemen aynı anda vardı ve hep beraber adama gülümseyerek baktık. Sıcakkanlı bir kaçımız ise çoktan bu misafire sarılmıştı bile.

Günler, haftalar, aylar geçti ve bu adam her gün aynı saatte kasabaya geldi. Kasaba da sürekli kalmıyordu çünkü kendisini her daim bizim misafirimiz olmaya adamıştı. Her geliş gidişinde kasabaya ışık da getirdi. Bu ışık iki türlü ışıktı. Birincisi bizi karanlıktan koruyan ikincisi ise... Umut. Ne demek istediğimi şimdi anlayamıyor olsan da belki günün birinde anlayacaksın sevgili kızım.

Bu adam her geldiğinde başka bir evin misafiri oldu ve her gittiği eve layığıyla bir misafir oldu. Hepimiz yavaş yavaş ev sahibi olarak hissetmeye başlıyorduk. Seneler geçtikten sonra bu yeri artık evimiz olarak görmeye başlamıştık. Yıllardır bir misafir gibi davrandığımız bu topraklarda evimizde gibi hissetmenin bize verdiği mutluluğu sana anlatamam kızım. Bazı şeyleri sadece yaşayarak anlayabilirsin.

Bu adam bize umudu verdi. Bu adam bize ışığı getirdi. Bu adam bize evimizi verdi. Bu adam bizi biz yaptı. Karşılığında ne istedi biliyor musun? Yaptığı her misafirlikte gülen yüzler görmek istedi. Tek istediği buydu. O adam misafirliğini bitirince ardından ağlamayan hiç kimse yoktur. Hayır, üzüntüden değil kızım. Aksine saf mutluluktan.

Ve bir gün o adamın misafirliği sona erdi. Biz de o adamın anısına bu dağa onun yüzünü kazıdık. İşte bu adam, ardından güneşi getiren adam. Ve güneş kızım, söylememe gerek yok. Herkes gibi sende ne kadar değerli olduğunu biliyorsun."

Son sözlerini gözlerinde yaşlarla söyleyen adam, hikâyesini bitirdiğinde, yere oturduklarını ve kızının yüzünde bir gülümsemeyle kucağında uyuduğunu fark etti. Göz yaşlarını silerken yüzüne bir tebessüm kondurdu ve o adamın ardından güneşin doğuşunu bir kez daha izledi.