28 Şubat 2014 Cuma

Uyanış.

 Tanrı - http://kelimelerdenhikayeler.blogspot.com.tr/2013/12/tanr.html hikayesinin devamıdır.

Tanrı uykusundan gördüğü bir rüyayla birlikte uyanmış. Aklında bir fikir varmış ve bunu hemen uygulamak üzere işe koyulmuş. Eski laboratuvarı yok olmuş olmasına ama her şeye gücü yetebileceğinden yeni bir laboratuvar yapmaya karar vermiş. Her türlü düzeneği kurduktan sonra evrenin durumuna göz atmak için gözünü şanseseri yaptığı şaheserine çevirmiş. İnsanların Dünya'yı yok edip, evrene yayıldıklarını görmüş. Ve onu rüyasından uyandıran asıl şeyin ne olduğunu o an anlamış. Evrende ardı arkası kesilmeyecek patlamalar zincirinin başlangıç noktasında rüyasından ayrılmış ve uyanmış. Çünkü insanlar evrenin altını üstünü getirip, evrene Dünya'ya yaptıklarını yapmışlar. Bu olanları gören Tanrı hemen laboratuvarına koşmuş ve yeni kontrol mekanizmasıyla evrenine bir güncelleme yapmış. Her şeyi yerli yerine koymuş ve düzeni tekrar getirmiş. İnsanların yıkıcılığını ve bencilliğini onlardan almış ve onlara daha iyi bir kişilik vermiş. Gönderdiği dinlerden vazgeçmiş ve tapma sistemini ortadan kaldırmış. Bu sefer hayranlık duygusu oluşturmak istemiş. Çünkü artık insanlara karşı kendisini daha yakın hissetmiş ve onlara bir çocuğun oyuncaklarına yaklaştığı sevgi dolu ellerle yaklaşmış. Bir süre oturmuş ve düzeni izlemiş. Her şey yerli yerinde gidecek gibiymiş. Kendini tekrar Şekerleme Konağı'na çekmiş ve evren haricindeki her yerin zamanını durdurmadan önce evreni sıfırlamış. Bir daha asla olanlara karışmamaya karar vermiş ve oyuncaklarından vazgeçerek kibrini bir kenara atmış. Kendini ilk defa düşünmeyerek sistemine veda etmiş. İnsanların onu düşünürken hayran dolu betimlemeler kullandığını, ona şiirler, kitaplar yazdıklarını, onun için besteler yaptıklarını, onu renklerle ifade ettiklerini düşünmüş. Ve bu hayallerle tekrar sonsuz uykusuna yatmış.

.
.
.

Ta ki insan oğlu Tanrı seviyesine ulaşıncaya dek.

27 Şubat 2014 Perşembe

Tepkisiz

Dünyanın henüz balta girmemiş, her gördüğü yere para gözüyle bakan insanlarca keşfedilmemiş bir ormanın tam ortasında yaşayan ve çevresindeki her şeye karşı duyarlı olan bir kabile varmış. Bu kabileden bir ailenin çocuğu olmuş. Çocuk doğduğunda ne ağlamış ne gülmüş. Herhangi bir tepki vermeden öylece durmuş. Kabile ayaklanmış ve ellerinden gelen her şeyi yapmış. Her türlü şifa verici bitkiyi denemiş, her türlü töreni uygulamışlar. Kendi inançlarınca dualar etmiş ve kendi tanrılarına yalvarıp yakarmışlar. Ancak çocuk hiçbir tepki vermeden büyümeye başlamış. Bu sırada kabile, yıllar sürecek olan tartışmalarına başlamış. Kabile halkından hiç kimse daha önce dışarıya çıkmamış. Ancak her daim bir kaç kaşif dışarının teknolojisiyle ilgilenirmiş. Bu sayede dışarıya dair bilgileri varmış. Düşünmüşler, taşınmışlar ve bir karara varmışlar. Onlar gibi çevrelerindeki her şeye tepki veren insanların böyle bir çocuğu kabul etmelerinin olanaksız olduğuna karar vermişler. Kasabanın kaşifleri edindikleri bilgileri kullanarak bu çocuğu en yakın şehirdeki gündüz vakti insan çeken ancak geceleri bir kaç ayyaştan başkasını barındırmayan bir parka bırakmışlar.

"Bu hikâyeyi ben uydurdum." diye sözlerime devam etmek isterdim ama beni buldukları yerde bir takım çizimler varmış ve tüm bu hikaye kağıt benzeri bir şeyin üzerine resmedilmiş olarak bırakılmış. Hiçbir şeye fiziksel olarak tepki veremiyor oluşum bir gerçek. Ancak bir şeyi asla akıl edememişler ki böyle bir yola başvurmuşlar. İçimi. Ruhsal olarak verebileceğim tepkileri hiç düşünmemişler ve beni terk etmişler. Bu olaya hiçbir tepki vermiyorum ama aslında içimde bir şeyler beni kemiriyor ve ben çok üzülüyorum. Kendimi en iyi ifade edebileceğim şey olarak bu kelimeleri yazıyorum. Bu sayfaların ardına da benim hikâyem gibi resimlerden oluşan bir hikâye çizeceğim. Bu kelimeleri anlatacak olan bu çizimler benim duygularımı resmedecekler.

Uzaklardaki beni terk eden ailem. Size bir kaç sözüm var.

Doğuşumun üstünden yıllar yıllar geçti ve ben hiçbir şeye tepki vermeden yaşamaya devam ediyorum. Yakın zamanda bana bakan ailemden babamı kaybettim. Çok ama çok iyi bir insandı ve bunu sizin aksinize bana bakarak ispat etti. Ve gerçekten de benim için elinden geleni yaptı. Onu kaybettiğim zaman hiçbir fiziksel tepki vermedim. Ama size hissettiğim üzüntüyü ne bu kelimeler ne de resmedilen hikâye anlatabilir.

Bundan bir kaç ay sonra bir kardeşim oldu. Bir kız. Gerçekten çok mutlu oldum ama ne yazık ki bunu ifade edemedim. İlerleyen senelerde sizin gibi o da beni anlamaz diye çok korkuyorum ama bir yandan, içimden gelen bir ses, bir his ona güvenmemi söylüyor ve ben buna tutunuyorum. Çünkü gerçekten çok mutlu oldum. Üzüntümün üzerine gelen bu mutluluk acımı biraz olsun hafifletti.

Size daha bir çok hikâyemi anlatabilirim ama kendimi daha fazla üzmek istemiyorum. Bu satırları yazarken gözlerimden yaşlar dökülüyor. Sanırım bir tepki vermeye başlıyorum. Hayatımda ilk defa tepki veriyorum ve bu da derin bir üzüntüm yüzünden oluyor. Bu beni mutlu etmiyor. Beni mutlu eden şey tepkisiz doğmam. İyi ki tepkisiz doğmuşum ve iyi ki beni başka bir aileye vermişsiniz, çünkü sizin gibi tepkili olmaktansa kendim gibi tepkisiz olmayı tercih ederim. Bunu her zaman yaparım. Artık size elveda deme zamanı geldi. Umarım asla görüşmeyiz. Kendinize bensiz bakın.

.
.
.

Onların bana yaptıklarına rağmen, ben onlara bir hediye bıraktım. Aslında tepki vermemiş olmama rağmen tepki verdiğimi düşünsünler istedim. Belki mutlu olurlar dedim. Belki dedim... Bu mesajı çoğalttım ve dört bir yana elimden geldiğince dağıttım. Denizlere şişeler bıraktım. Kuşların bacaklarına kağıtlar sardım. Ve mesajımın iletileceğini umarak hayatıma devam ettim.

Tepkisiz bir tepkiyle.

"Ama... Neden?"

Kendimi nereden anlatmaya başlasam bilemiyorum. Doğduğum andan öldüğüm ana doğru ilerlemeyi tercih ediyorum. Ve işte hikâyeme başlıyorum.

Herkes hayata ağlayarak başlar. Bense gülümseyerek doğmuşum. Gerçekten bu bana bile ilginç gelmişti. Bir insan böyle bir hayata nasıl gülümseyerek gelir ki? Saflık işte.

Çocukluğumdan beri babam genellikle işte olurdu. Maddi durumumuzda pek iyi değildi. Bu yüzden anneme türlü türlü konu da yardım ederdim. Ama bu yardımlara başlamadan önce her daim söylediğim iki kelime vardı ki ben bu iki kelimeyi bir bütün olarak kullanmayı seviyordum. "Amanedeeeeeeeeen?"

Annem ne zaman benden istemediğim bir şeyi yapmamı söylese her daim ona bu kelimeyle cevap verirdim. Buna rağmen ona elimden geldiğince yardımcı olurdum. Dışarda gezerken pek bir şey istemezdim. İstesem dahi annem "Olmaz oğlum." dediğinde ikinci defa sormaz, ısrar etmezdim. Dedikleri şeyleri ne kadar söylensem de yapmaya, elimden geldiğince ona yük olmamaya çalıştım.

Ama yıllar geçti. Ev içindeki düzen bozuldu. Ve doğumumdan değindiğim hayata sitemim bu yaşlarda doğmaya başladı. Evin heyecanı kaçınca, çevremi izlemeye, kendimi ve etrafı tanımaya başladım. O eski heyecanı dışarıda aradım. Ve ben merak ettikçe sorguladım ve sorguladıkça anladım. Berbat bir dünyaya gelmiştim ve bu tamamen benim kararım dışında yaşanmış bir şeydi. Çocukluğumdan kalma kelimem bu sıralarda  tekrar gün yüzüne çıkmaya başladı. Biraz değişmişti gerçi. "Tamam da neden?", "Peki ama neden?" "Neden?

Her sorumun ortak noktası bir sebep arayışım olan "Neden" sorusuydu. Ve ben asla bir neden bulamadım. Aklım almıyordu böyle bir yaşamı ve bundan önceki yaşamları da bilemeden anlayamazdım bu dünyayı. Ama kitaplara ve diğer kaynaklara güvenemiyordum. Günler, aylar geçti ve herkesten, her şeyden şüphe etmeye başladım. O kadar şüphe içerisindeydim ki... Kendime bir soru sordum. "Ama... Neden?" Bu soru ile kendimi sorgulamıştım ve kendime bir cevap veremediğim an geriye benden bir şey kalmamıştı. Koca bir boşluk daha büyük bir boşluğun içerisinde kendisini farkettirmeden yüzüyordu. Kendime ve hikâyeme veda ettim. Elveda.

10 Şubat 2014 Pazartesi

Yardım

Kendimin farkına varmaya başladığım zamanlarda daha ufak bir çocuktum. Etrafı gözlemleyerek başladım kendimi anlamaya ve devam ettim yıllar boyu kendi gerçeğimi aramaya. Bu arayışım esnasında babam vefat etti. Annem yapayalnız kaldı. Bana bakmalı ve evi geçindirmeliydi. Bir yandan da acısıyla baş edebilmeliydi ki bu en zor olanıydı. Annemin içten içe öldüğünü görünce ona ufak ufak yardım etmeye çalıştım. Dışarıdayken ondan hiçbir şey istemedim. Ona yük olmamalıydım. Aksine onu omuzlarımda ben taşımalıydım. Evde ki her işe yardım ettim. Okulumda en iyi notları aldım. Onu üzmemek için elimden gelen her şeyi yaptım. Ama hayatımın en kötü günü tarafından gafil avlandım. Annem de ölmüştü. Annemle beraber benim de içimden bir şeyler kopmuştu. İçimde bir boşluk oluşmuştu ve ben bu boşluğu doldurmak için bir şeyler yapmalıydım. Kendimi biraz olsun tanıyordum. Kendimi yardım ile bulmuştum. Öyleyse yapılacak tek şey vardı. Yardım etmek.

Bu sırada ben liseye gelmiştim ve ananemle beraber kalıyordum. Dedem daha ben doğmadan vefat etmişti. Lise de kısa sürede dostlar edindim ve dost edinmemin tek sebebi vardı. Onlara yardım etmek. Hayatımın yegane amacı buydu.

Bir süre sonra lisedeki herkesi tanıyordum. Ve okulumdaki herkeste beni tanıyordu. Önce başarılarımla akıllarına dolanmış, daha sonra etrafıma olan ilgimle gözlerini almıştım. Çevreme edeceğim yardımı bir sonraki aşamaya taşımalıydım. Ardı ardına üniversite bitirdim. Dünyaya yardım etmeliydim. Milyarlar, trilyonlar kazandım ve tüm paramı dünya için kullandım. İçimdeki boşluğu unuttuğum zamanlardı o günler.

Dünya gerçekten de iyi bir yer haline gelmeye başlamıştı ve beni örnek alan insan sayısı da çoğalıyordu. Hemen hemen herkes beni tanıyordu. Ne yazık ki ben herkesi tanımıyordum. O kadar zeki bir beyne sahip değildim. Zaman zaman bir beynim olduğuna dair şüphelerim de olurdu. Çünkü kendimi yardım etmeye odaklanmış bir robottan fazlası olarak göremezdim. Robot dahi olsam kendime daha iyi davranmam gerekirdi. Bunu kendime borçluydum. Ama ne yazık ki, o kadar iyi biri değildim.

Çabalarım meyve verdiği anda ve yardım edecek hiçbir şey kalmayınca bir anlığına dünyam durdu. Gözlerim karardı ve bayıldım. Kendime geldiğimde üstüm berbat bir haldeydi ve yağmurun da yardımıyla çamurlaşmış yerin içinde yatıyordum. Sizi kimin tanıdığının önemi yoktu. Ne yaptığınızın da, çünkü o an kaçacakları bir yağmur vardı ve bu ne benden ne de bir başkasından önemli olamazdı.

Yapacak hiçbir şeyimin olmadığını fark ettiğim anda kendimi adayabileceğim tek bir şey vardı. O da yağmurdu. Beynim resetlenmişti ve sokağın bir başında yalnız başına oturan bir adam gördüm. O adamın yanına oturdum ve bana bir şeyler anlattı. Ona "Evet." cevabını vermeden ve beni yalnızlığıma terk etmeden önce sorduğu son soru şuydu;

"Bir başkasında kendini görmeye hazır mısın?"

5 Şubat 2014 Çarşamba

Dilenci

O günün diğer günlerden farkı yağmurlu olmasıydı ve bir günün yağmurlu olması demek benim için her şeyden öte bir şey demektir. İşte günlerden o gün yolda avare avare dolaşıyordum. Yağmuru sevdiğini iddia edip şemsiyeyle dolaşanları tahmin etmeye çalışıp onlara karşı pek de güzel olmayan duygular beslerken, bir saniye sonra bu duygularımdan pişman oluyordum. Anlarsın ya? Herkes sevdiğine ulaşamaz.

Herkes sevdiğine ulaşamaz ama kimse yalnız da kalmamalıdır böyle bir akşamda. Çünkü yağmur yağıyor ve böyle bir gün yalnız geçirilemez. Benim için her şeyden önemlidir yağmur. Doğum günlerinden ya da yılbaşından önemlidir. Aklına gelebilecek diğer günlerden önemlidir ve böyle özel günlerden yalnız geçirilmemelidir. Ama işte o güzel yağmurlu akşamda sular içerisinde, avcunda bir kaç bozuk para ile yalnız başına oturmuş bir adam gördüm. Ve o adamın yanına çöküp geceyi onunla beraber geçirdim. Ancak uyandığımda o yoktu. Dahası, cüzdanım ve kıyafetlerim dahi üzerimde yoktu. Ben ne yaptım biliyor musun? Oturduğum yerde gülümsedim ve onun yerini aldım. Ondan ve benden geriye kalan bir kaç bozuk para ile beraber dilenmeye başladım. Günler, aylar geçti ve sen çıkageldin. Oturdun yanıma, beni yalnız bırakmadın bu güzel yağmurlu günde. Sende kendimi gördüm ve sana çok önemli bir sorum var.

Bir başkasında kendini görmeye hazır mısın?

2 Şubat 2014 Pazar

Madeni Para


Karnı açlıktan kazınıyordu. Zilin çalmasını beklerken yiyeceği şeylerin hayalini kuruyordu. Zil çaldığı gibi sınıftan dışarı fırladı ve kantine doğru yol aldı. Yiyecekleri alıp parasını uzattıktan sonra bir liralık para üstünü cebine attı ve yemeğini yemeye koyuldu. Bir kaç ders sonra arkadaşlarıyla beraber bu para ile parmak futbolu oynadılar. Şansı pek yaver gitmediği için paraya sertçe vurdu ve madeni para sınıftan dışarıya çıkarak merdivenlerden aşağıya düştü. Sinirden paranın peşine bile koşmadı ve parayla olan serüveni burada noktalandı.

Gün bittikten sonra okul görevlilerinden biri koridorları temizlerken ayağına çarpan bu madeni parayı cebine attı ve işini bitirdikten sonra parası cebinde evine doğru yola koyuldu. Paranın kendisine ait olmadığına dair rahatsızlığı ile beraber paradan kurtulma isteği de gitgide artıyordu. Ev yolu üzerinde dilenen bir küçük çocuk gördü ve parayı eline bırakarak oradan hızlıca uzaklaştı.

Çocuk kendine bir mola verdi ve bir şeyler almak üzere civardaki bakkala gitti. Bir iki dal sigarayla beraber ekmek aldı. Para bakkala, çocuksa karnını ve bağımlılığını doyurmak üzere dışarıya gitti.

Bakkalın kasasında bir kaç gün kalan bu madeni para, etrafındaki diğer paralar gibi geçmişinde ve geleceğinde yüzlerce, binlerce farklı hikâyeye sahipti.

Kendi hikâyesinin sonu ise uzun ve yalnızlıkla olacaktı.

Kasadan çıkan para bakkal sahibinin cebine girdi. Bakkal aldığı malzemelerin parasını ödeyecekken bir kaç bozuk parayı elinden düşürdü. Kahramanımız da bu paraların arasındaydı. Bir kaç parayla beraber yokuş aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Gitgide hızlanıyor ve bu hız onun başını döndürüyordu. Bilincini kaybeden para tekrar kendine geldiğinde üzerinden geçen asfalta makinesinin şokuyla tekrar bayıldı.

Bundan yıllar sonra bu para bir kaç yaramaz çocuk tarafından yerden kazınarak alındı ve bu çocuklardan biri tarafından eve götürüldü. Para evin babasına geçti. Babası aracılığıyla da bir bankaya. Ve yetkili kişilere diğer binlerce parayla beraber eritilip yeni paralar yapılmak ve bir nevi rejenerasyona uğramak üzere iletildi. Onun ve beraberinde dolaştırdığı yüzlerce hikâye burada sona erdi.