17 Aralık 2013 Salı

Korku

“Erkek adam dediğin hiçbir şeyden korkmaz.” derdi babam. Babam olamamış adam. Babam olamayacak adam. Sözde babam.

En son bu sözü söylediğinde evde büyük bir fırtına kopmuştu. Fırtına öncesi sessizliği görememiştik bile. Bize kimse bir şeyden bahsetmemişti. Hazırlanamamıştık.

Her gün olan klasik kavgalardan öte bir şeydi o gün olan. Her zamanki gibi bir şeylere sinirlenmişti babam. Ve bu sefer abim de sinirlenmişti anlaşılan. Mutfaktan keskin bir bıçak getirmişti. Bunu gören annem göz yaşları içinde boğuluyordu ve ben bir köşede bundan önceki  kavgalarda babamdan yediğim dayaklardan kalma izlerle izliyordum.

Babam bir saniyeliğine şaşkınlığa uğradı. Bu daha önce görmediğim bir şeydi. Ya da o kadar çok sinir tepkisi görmüştüm ki böyle bir şey babamın suratındaki birbirinden farklı sinir efektleri arasında kaybolup gitmişti. Abim, beni ve annemi koruyabilmek için bugüne kadar hiç sesini çıkarmamıştı ama her insanın bir sınırı vardı. Çileden çıkmış olmalıydı ve kimse onu suçlayamazdı.

Elindeki bıçağı masaya fırlatan abim öfkeyle bağırdı, “Bıçakla da kurtulalım! Sen de kurtul ben de be adam!”

Babam o bir saniyelik şaşkınlığın üzerine bir saniye daha garip bir tepki verdi ve bıçağı masadan aldığında garip bir ses duydum. Bu ses annemden geliyor olmalıydı. Ağzını açıp bir şeyler söyleyeceğini hissettim. Ben ise öne, babam ve abime doğru atıldım. Ancak annem de ben de çok geç kalmıştık. Babam bıçağı abimin karnına saplamıştı ve abimin derisinden kanlar sızıyordu.

Kana karşı duyduğum öfke o gün başlamıştı. Kanı görünce midem bulanmıyordu. Öfkeleniyordum. Gözüm dönüyordu. Ve gözüm öyle bir dönmüştü ki bayılmıştım. Kana karşı duyduğum öfke o gün bitmişti. O günden sonra gözüm kanı kendiliğinden sansürledi.

O saniyeden sonra ne olduğunu bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Yanı başımda annem vardı ve elimdeki sıcaklığın sahibi de o olmalıydı. “Abim” diye soracak oldum ama vazgeçtim. Yerdeki su damlalarından belliydi ne olduğu, yerde ki su damlalarımızdan. Kim bilir kaç defa uyanmıştım. Kaç defa “Abim” diye soracak olmuştum. Ve kim bilir kaç defa daha sorar gibi olacaktım bilemiyordum ve bir kez daha gözlerimi yumdum.

Aradan geçen bir kaç uyanıp uyuma vaktinden sonra bilincim kendime gelmişti. Hastaneden taburcu olmuş olmalıydık ama nerede olduğumuzu bilmiyordum. Bir odadaydım ve bu oda benim değildi. Gürültü sesi vardı. Ağlama sesleri, konuşma sesleri, ses sesleri, sessizsizliğin sesi…

Ben etrafa bakınıyordum ki odanın kapısı açıldı. İçeriye giren annemdi. Gözlerinde yaşlar, yüzünde hüzün, vücudunda bir ağırlık ve ruhunda bir yorgunluk vardı. Tüm bunlara rağmen benimle ilgilenebiliyordu bu kadın. Ve o an hatırladım. Her şeye rağmen benimle ilgilenmeye çalışan bu kadının gözlerinde yaşananları tekrar anımsadım ve gözlerim yaşlara boğuldu. Annem de ağlamaya başladı. Kim bilir bu kaçıncı göz yaşı seliydi. Kim bilir ruhundan düşen damlalar ne kadar daha acıydı. Ne kadar daha zor.

Annemin gözlerinde abimin öldüğünü anlamıştım. Bizi babamdan koruyan kişi ölmüştü. Herkesten çok sevdiğim abim ölmüştü. Artık yoktu ve bir daha anılarım haricinde hiçbir yerde olmayacaktı. Sanki yaşama isteğimi kaybetmiştim.

Evimizin içinde olan son kavganın nedeni de babamın her zamanki zırvasıydı. “Erkek adam dediğin hiçbir şeyden korkmaz.” Korkmaktan korkan bir adamdı işte o. Bunun da farkındaydı ve bunu kendine itiraf edemezken bu iç baskısı bize bir dış baskı olarak, yani kavga, gürültü ve patırtı şeklinde dönmüştü. Anlaşılan ödemediğimiz vergilere rağmen belediye işini harikulade yapıyordu. Fazlasıyla iyi.

Bir kaç gün sonra, tüm bu baş sağlığı muhabbeti geçtikten sonra, annemden babamın durumunu da öğrenmiş oldum. Babam hapse girmişti ve uzunca bir süre onu görmeyecektik. Hayatımda duyduğum en güzel haber buydu ama sevinememiştim. Çünkü bu güzel haberi bastıran ve hayatımda yaşadığım en kötü an olan abimin ölüm karesi gözlerimin önünden bir an olsun gitmiyordu.

Annem ayrıca bir süre daha annesinin evinde kalacağımız bilgisini verdi. Söylemese bile annesinde olduğumuzu anlayacak kadar kafam çalışıyordu. Ama bu konu da onun üzerine gitmeye gerek yoktu. Dünyanın yükü omuzlarındaydı kadının. Her ne kadar dayak yese de seviyordu kocasını. Ve canından çok sevdiği oğlunu kaybetmişti. Kim ondan daha hüzünlü olabilirdi ki? Kim onu anlayabilirdi ki? Kendi bile kendini anlayamayacak durumdaydı.

Aradan bir müddet zaman geçti. Ben yavaş yavaş her şeyden korkmaya başladım. Babamın her an bir yerden çıkıp yüzüme patlatma olasılığı beni bu zamana kadar korkmaktan alıkoymuştu. Ama artık o yoktu ve ben özgürce korkabilirdim. Özgürce korkuyordum. Bir süreliğine korkmak gibisinin olmadığını düşünecek kadar korkmamaya zorlanmıştım.

Abim öldüğü için başlarda üzülmüştüm. Ama bir süre sonra sevinmeye bile başladım. Çünkü artık o bu dünyada değildi ve sözde babamla beraber bu dünyayı paylaşmak zorunda olan da o değildi. Abim bunu hak etmişti. O da farklı bir yoldan özgürlüğüne kavuşmuştu. Onun için seviniyor, kendim için üzülüyor ve annem için daha çok üzülüyordum.

Özgürce korktuğum vakitlerin en özgür olduğum saatleri gecenin akrepleriydi.

Babam bizi döverken acı hissetmemeyi öğrenmiştim. Daha doğrusu acıyı yok etmeyi. Ne zaman tokat atsa, tokatın yanağıma çarpacağı anı ve vereceği acıyı hesaplar, o acıya karşı anti-acı üretirdim hayal gücümle. Böylece babam beni ne kadar döverse dövsün hiçbir zaman acı duymazdım. Bundan kimseye bahsedememiştim çünkü bu benim hayal gücümden ibaretti. Zaten birine anlatsam-ki bu biri abim veya annem olurdu- bana verecekleri cevap, “Bu senin kuruntun” olurdu.
Korkum, özgürlük ipinin ucunu kaçırmıştı. Ve ben de korkmaktan korkar olmuştum ama babam gibi bir adam olmak istemiyordum. Ve babam gibi bir “adam” olduğundan da gizliden gizliye şüphelerim vardı. Bu şüphelerin yeri geçmişteydi. Ben şu ana bakmalıydım.

Babamın dayaklarına karşı yaptığım hayal gücünden korumayı, şimdi korkularıma karşı kullanacaktım. Tüm korkularıma karşı bir anti-korku ürettim ve tüm korkularımdan kendimi azat etmeye başladım. Bir anlığına keşke hayal gücümden bariyerimi babama söyleseydim diye düşündüm. Belki o da korkularından kendini azat edebilirdi.

Tüm korkularımdan kurtulabilmek için kendimden de kurtulmalıydım ama kendimden önce tüm dünyadan kurtulmalıydım, korktuğum her şeyden kurtulmalıydım. Hayal gücümle önce anti bir dünya yarattım ve dünyadan kurtuldum. Ancak bizim dünyamız hâlâ dönüyordu. Kendi küçük dünyamız.

Zor olacaktı ama abimin ölümüne karşı kullandığım bakış açımı annem için de kullanarak onu da korkularımın arasından sildim. Annem gidince her şey kolaylaştı. Etrafımdaki her şeyi sildim.

Hiçbir şey renginden hiçbir şey yerinde hiçbir şey yapmıyordum ve hiçbir şekilde var değildim. Geriye sadece hayal gücüm kalmıştı. Hayal gücümü silmek zorlu olacaktı ama bunun için bir yol bulmuştum.

Hayal gücüme karşı anti bir hayal gücü üretme aşamasındayken son bir kez düşündüm. Abimin ölümüne bir anti ölüm düşünseydim abim geri gelir miydi? Veya babamın korkusuna bir anti korku düşünsem şu an bu uç nokta da bulunur muydum? Ne yazık ki bu soruları sormak için çok gecikmiştim. Çünkü anti-hayal gücüm hazırdı ve ben de hiçbir şeyler topluluğuna katılmak üzere her şeye veda ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder